Devlet Arşivleri’nden edindiğimiz bazı belgeler ışığında Balıkesir’de bulunan ve Giresun adını taşıyan nahiyenin adının 1936’da değiştirilmesine yönelik girişimleri ve gerekçelerini aktaracağız. Nahiyenin adının değiştirilmesi hususunda Balıkesir vilayetinden yapılan teklifi, dönemin Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya Başvekâlet’e şöyle arz etmişti: “Balıkesir Vilayetine bağlı Giresun nahiyesinin adının Savaştepe olarak değiştirilmesi hakkında hazırlanan kararnamenin esbabı mucibe layihasıyla birlikte iliştirilerek sunulduğunu saygılarımla arz ederim.” (BCA, 030 11 1 0 104 17 20 3 4).
Bugün Espiye ilçesine bağlı birer köy olan Akkaya, Avluca ve Yeniköy köyleri, 1990 yılına kadar Yağlıdere merkez bucağına bağlıydı. 1990’da yetkili mercilerin girişimleriyle konu hükümete taşınmıştı ve Espiye’nin yüksek kesimlerindeki bu köylerin Yağlıdere’den ayrılarak Espiye ilçesine bağlanmasıyla köylülerin pek çok sorunu çözülmüş oldu. Harita üzerinden daha iyi anlaşılacağı açık olan bu idarî güncellemenin gerekçeleri açıktı. Zikredilen üç köy, bağlı bulunduğu Yağlıdere’ye uzak iken aralarında Espiye ilçesi bulunuyordu. Yani bağlı bulundukları Yağlıdere’ye resmî işlemler için gidecek olan köylüler önce Espiye’ye inip, buradan Yağlıdere’ye geçmek zorundalardı. Aynı havzada ikisi yan yana ve biri karşıda kalan Akkaya, Yeniköy ve Avluca’nın zaten Yağlıdere’ye sınırı yoktu.
1930’lu-1940’lı yıllar, Anadolu genelinde ekonomik koşulların Cumhuriyet öncesine göre çok daha iyi, ancak yine de yetersiz olduğu dönemlere tesadüf etmektedir. Bunda, Anadolu’da yaşanan tarımsal verimsizliğin yanı sıra, İkinci Dünya Savaşı’nın da öncesiyle sonrasıyla olumsuz etkileri mevcuttur. Kurtuluş Savaşı sürecinde işgalcilerin yaptıkları tahribatların yaraları henüz sarılırken, 1929-1930 yıllarında ülkede etkisini gösteren Büyük Dünya Ekonomik Bunalımı da 1930’lu yıllarda ülkenin iktisadi ve sosyal bakımdan gelişimine darbe vurmuş, 1940’lı yıllarda Türkiye’de kat edilecek mesafenin uzamasına neden olmuştur. Bu dönemlerde, ülke genelinde şehir merkezlerinin durumuna örnek teşkil etmesi bakımından Giresun merkez kazadaki esnaf ve zanaatkârlara dair veriler, zikredilen yıllarda iş kollarına dair fikir vermektedir. Bu verileri de Giresun basınından (Akgün, 8 Haziran 1939) elde etmiş bulunmaktayız:
Bu yazıda, Giresun yöresinde unutulmaya yüz tutmuş eski sözcüklerimizden bir kesit sunacağız. Asya’dan Anadolu’ya taşınan ve asırlardır kullanılagelen, ancak tarihsel süreçte doğal olarak bazı değişikliklere uğrayan bu sözcükleri derledikçe kayda geçirmenin çok önemli bir gereklilik olduğunu her daim vurgulamaktayız. Çağın yaşam koşulları sosyoekonomik bakımdan değiştikçe, köyden şehre göçün sürekli hale gelmesiyle köyler boşaldıkça ve köylerden gidenlerin şehir merkezlerinde “ortaya karışık bir kültür” (!) havuzu oluşturmalarıyla söz varlığımız bir buharlaşma dönemi yaşamaya başladı. Çünkü şehre yerleşenler köyündeki yerel sözcükleri kullanmaya kullanmaya unuttular. Şehrin ortak dili özgün köy söylemlerini tarihin tozlu raflarına kaldırdı.
Eğitime olan talebin hızla arttığı 1930’lu yıllarda, Giresun yöresinde yaşayanların “çocuğunu okutma arzusu” en üst seviyedeydi. Dönemin maddi olanaksızlıkları, ulaşım, beslenme ve sağlık sorunlarının yanı sıra, okul bulmak da oldukça zordu. Tirebolu ve Görele kazalarındaki ilkokul ve ortaokullar, yakın civardan gelen talepleri zor karşılıyor, ortaokuldan sonrası içinse bir eğitim imkânı sunamıyordu. Yörede nüfus hızla artarken, “okuma”/tahsil kazanma ile yokluğu, imkânsızlıkları aşmak en çok tercih edilen yoldu; belki de tek kurtuluş yolu olarak görülmüştü. Köy yerlerindeki toprak azlığı, tarımın ve hayvancılığın zahmetine rağmen getirisinin aileye yetmemesi, büyük ölçüde gençleri umutsuzluğa düşürüyordu. Kırsaldaki yaşlılar da bu umutsuzluğun çaresini adeta bir öğreti gibi işliyordu gençlere: Oku, meslek edin, kendini kurtar, köyüne, memleketine faydalı ol… Küçüklüğünden beri yaşadıkları yokluk, kıtlık, hastalık, işgal ve savaş acıları, yaşlıların eğitime/tahsil kazanmaya yönelik fikirlerinin belirleyicisi olmuştu.
1583’te Giresun’da fındık bahçelerinin bulunduğuna dair kayıtlar mevcuttur. Ancak bunların yıllık geliri bilinmemektedir(1). 18. Yüzyılda fındığın daha çok Giresun ve Ünye’de yetiştirilerek ihraç edildiği bilinmektedir(2). 1888’de Trabzon’un fındık üretimi 7.840.000 kg.’dı. 1903 tarihli bir kaynakta en makbul fındıkların Trabzon-Giresun yöresinde yetiştiği aktarılmış, yörede senelik 250.000.000 kıyye (320.500.000 kg.) civarında fındık üretildiği yazılmıştır (3). 19. Yüzyılda Trabzon, Giresun ve Ordu’da üretilen fındık, Trabzon’da işlenerek İngiltere ve Rusya’ya ihraç edilmekteydi(4). 20. Yüzyıl başlarında Giresun’da Ahıskalı yemenici Bekir adlı bir fakirin deniz kenarına dökülen fındıkları toplayarak evine götürüp yakması ve ısınması ile fındık kabuğunun yakacak olarak kullanımı yörede yaygınlaşmıştır. Ardından Trabzon’dan Giresun’a gelen bir soba ustası kabuk yakmaya elverişli sobalar üretmeye başlamıştır.
Bir ülkenin deniz ticaretinin kendi kontrolünde olmasının, milli ekonomiye getirileri tartışılmaz ölçüde büyüktür. Osmanlı döneminde kapitülasyonlar dâhilinde yabancı ülkelerin gemilerine kabotaj hakkının verilmiş olması devletin ekonomisinde önemli olumsuzluklara kapı açmıştır. Ancak yabancı gemilere verilmiş olan kabotaj hakkı, Lozan Barış Antlaşması ile kaldırılmış, 20 Nisan 1926’da kabul edilen ve 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe giren Kabotaj Kanunu ile Türk kıyılarında mal ve yolcu taşımacılığı hakkı Türk gemilerine ve teknelerine verilmiştir. Yabancı gemiler ise sadece kendi ülkelerinin limanları ile Türk limanları arasında mal ve yolcu taşıyabilecek şekilde sınırlandırılmıştır. İlgili kanunun yürürlüğe girmesiyle “Türklerin denizlerde özgür olduğu” 1 Temmuz günü, “Denizcilik ve Kabotaj Bayramı” olarak kutlanmaya başlamıştır.
1930’ların önemli toplumsal sorunlarından biri de içki ve kumarın olumsuz etkilerinin köylerdeki yansımalarıydı. Ulaşımın güç olduğu, kontrolün geç olduğu yerlerdi köyler… Bilhassa kumar, bu dönemlerde köylünün yakalandığı amansız bir illet gibiydi. Çözümü ise herkesin kendi iradesiydi. Kumar yüzünden köyde insanların birbirine borçlanmaları, evlerine, çocuklarına, ailelerine bakamamaları toplumda ciddi bir sorun teşkil ediyordu. Vaktini kahvehanelerde geçiren erkekler, işgücü sağlamak yerine bu rollerini içki müptelalığına terk etmişlerdi. Büyük oranda köy insanı etkisi altına alan içki ve kumar hastalığı 1940’larda da etkisini kaybetmiş değildi. Hükümet sürekli olarak toplumu rahatsız eden bu hastalıkları yok etme yönünde çalışmalar yapmış ise de bu çalışmalar kısa vadede sonuca eriştirmiyordu…
Trabzon Vilayet Salnameleri (1869-1904), Artvin, Rize, Trabzon, Giresun, Ordu ve Gümüşhane’nin sosyoekonomik geçmişine dair oldukça önemli veriler içermektedir. Bölgede her köyde, her nahiyede ve her kasaba merkezinde nelerin üretildiğini ve ticarete konu olduğunu salnamelerden öğrenebilmek mümkünüdür. Bununla birlikte, dâhilde ve dış ticarette yer edinmiş olan pek çok tarımsal ürünün hangi koşullarda ve miktarda üretildiğine dair bilgiler de söz konusu kayıtlarda yer bulmuştur.
1870’lerde Canik sancağı dâhilinde pamuktan bir çeşit siyah bez imal edilerek bazı kazalara satılmaktaydı. Ayrıca ev ihtiyaçları için elvan ve menfeş cicim denilen kilim, heybe, çuval, dolak, şalvar ve aba yapılarak civarda kullanıldığı, keçi kılından çuval, büyük saman hararları, at torbaları yapılıp yörede kullanıldığı, Sivas ve bazı yerlere götürülerek satıldığı görülmektedir. Bir-iki karyede ise kamıştan hasır yapılarak civarda kullanıldığı gibi, Tokat ve Sivas kazalarına nakledilerek satılmaktaydı. Ünye kazasına bağlı Bolaman nahiyesinin Oki köyünde beşik ve kaşık imal olunarak nahiye içinde ve Fatsa’da satıldığı, Çarşamba kazasında kestane ve gürgen ağaçlarından tekne, kavata tabak, fıçı ve kendirden çuval, kilim, kamıştan hasır; Muhacirin-i Çerakise tarafından ağnam yapağısından beyaz ve siyah aba, şal; ahali-i kadime tarafından harir, keten ve kendirden don ve gömleklik, döşek çarşafı yapıldığı bilgisi salnamelerde geçmektedir.
1869’da Gümüşhane’de çorap, ayak yemenisi, meşin ve sahtiyan, Kürtün’de kilim ve küfe imal edilmekteydi. Tirebolu’da Ağaçbaşı ormanlarında çam ve köknar bulunmakta, buradan kesilen ağaçlar gemilerde kullanılmakta, ancak ormanların denize uzak oluşu ve taşıma masrafından dolayı ticareti zordu. Trabzon Vilayet Salnamesinde, taşıma işleminde Harşit Irmağı’ndan yararlanılması gerektiği belirtilmiştir.
Onuncu yüzyılda halen hayvancılıkla meşgul olan konar-göçer Türk toplulukları, şehir yaşamının düzeninden geride kalmaktaydı. Onların daimi meskeni yoktu. Göçerler arasında ozanların büyük nüfuzu vardı. Onlar oymak oymak gezerek, halk kahramanlarının adına destanlar düzerler ve onu tebliğ ederlerdi. Ozanlar aynı zamanda halk arasında barışı sağlayan bilge kişiler sayılmaktaydılar.
Ocak Dede Türbesi, Espiye’ye bağlı Arpacık köyünün kurucusu olduğu bilinen zâtın ebedi istirahatgâhıdır. Ahali arasında saygın bir önder olarak bilinen zât, “Ocak Dede” namıyla anılmış olup, köye geldiği dönemden itibaren yöreye üstün hizmetlerde bulunmuştur. Ocak Dede’nin başka bir ada sahip olup olmadığı konusunda şimdilik bir delil yoktur. Yöreyi Türk-İslam medeniyetine kazandıran gönül erlerinden biridir.
1. ERİCEK
Esasında kitle tanımlamada geleneksel olan bu söylemler, etnik bir yaklaşımdan ziyade; coğrafi şartları temel almaktadır. Alucra-Şebinkarahisar yöresinde de Çepniler mutlaka bulunmaktadır. Ancak sahil kesimine göre bu oran bir hayli düşüktür. Ana meşgalesi ekin (özellikle buğday tarımı) işine dayalı üretim olan bu iç bölgedeki yerli halk, Oğuzların çeşitli boylarına mensup olan ve söz konusu yörenin Türk iskanına açılmasında ve Türk kültürünün yöreye hakim olmasında öncü roller üstlenmiş olan kitlelerden oluşmaktadır.
Yirmi dört Oğuz boyundan biri olan Çepnilerin, mevcut ilk kaynaklara göre Anadolu’daki tarihleri 12. yüzyıla kadar inmektedir. Bu kaynakların başında, Divan-ı Lügati’t-Türk gelmektedir. Daha sonra 14. yüzyılda Reşided-Din Fazlullah tarafından yazılmış olan Cami’üt-Tevarih de Çepniler tarih ve kültürüne kaynaklık eder.Çepniler, Oğuzların Üçok koluna mensup olup, Oğuz Han’ın altı oğlundan biri olduğu kabul edilen Gök Han’ın soyundandır.
Espiye ilçesine bağlı köydür. Yörenin en eski köylerinden biridir. Köyün Türklerle bilinen tarihi, mevcut verilere göre 1071 Malazgirt savaşı sonrasında Çepni boyunun yöreye yaptıkları akınlara dek iner. Çepni köyünün adı, bölgedeki Türk iskanlarından itibaren tarihi süreçte herhangi bir değişime uğramamıştır.
Oğuzların 24 boyundan biri olup, adından sıkça söz ettiren “en savaşçı” Türk boyu olduğu kabul edilen Çepniler, aynı zamanda Anadolu’da en yaygın Türk boyudur.
Giresun, tarihiyle, kültürüyle, doğası ve kendine özgü sosyal yapısıyla gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet döneminde Doğu Karadeniz’de farklı bir yaşam yerleşkesi olagelmiştir. Ülke ve dünya çapında tanınmış pek çok sanatçı, politikacı, bilim adamı, yazar ve şair yetiştiren Giresun, özellikle Milli Mücadele döneminde orduya verdiği desteklerle Türk tarihinde bir ayrıntı olmakta çok tarihi yönlendiren önemli değişkenlerin kaynağı olmuştur.