Resim “şeytan işi”ydi…
Birçok kıyafet, makine, araç-gereç “gavur icadı” olduğundan haramdı.
Özetle; “gelişim” haramdı(!)
Reform’larla, Rönesans’larla, aydınlanma çağına, sanayi devrimine geçen; seri makineler üreten batı âleminden bu işi öğrenmek günahtı(!)
Bir devlet nasıl geri kalır? İşte böyle!
Değişen zamanın getirdiği yenilikleri ve bunları uygulayan, yanı başımızdaki “icatçı”ları dışlayıp, takip etmediğinde!
Kalkınmanın anahtarı eğitimden nasibini almış zihniyetlerdir. Gelişim, gelişime karşı gözümüze inmiş perdeleri kaldırmakla başlar. Aksi takdirde göze inen perde, gönle kadar uzarsa gelişim hayal olur.
Eğitim… Okumak, anlamak, sorgulamak, sonuca ulaşmak ve düşünmek. Düşünüp, yenisini üretmek. Kâğıt-kaleme özverili ile sarılmaktan geçen bir yol vardır eğitimde. Sabır ister, karşılığı da alınır. Şüphesiz en uzun vadeli sonuç veren yatırımdır, eğitim…
Cumhuriyetin kurucu kadrosu, eğitime büyük önem veriyordu. Dönemin yaşam tarzı gençleri tarlaya, bağ ve bahçelere çekiyor olsa da, toprağı ihmal etmeden bir çözüm bulunmuştu: Köy Enstitüleri.
Üretimin toprağa bağlı olduğu ve henüz sanayi alanında “yok” sayılan bir ülkenin yapabileceği en güzel hamleydi belki de köy enstitüsü.
Fikirsel kalkınma, eğitim, kültürel ve sosyo-ekonomik kalkınma köy enstitüsünün temel programında yer alıyordu.
17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile kurulan Köy Enstitüleri, 1938’li yıllarda proje olarak Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel tarafından bizzat yönetilmiştir.
Bu sistem Türkiye’ye özgüydü. Belki de gelmiş geçmiş en büyük, en kapsamlı eğitim projesiydi. Anadolu’nun köylerinin hemen hemen hepsinde öğretmen kıtlığı vardı. Zorunlu gitmekten ziyade, gönüllü olarak köylere gidecek idealist öğretmenler yetiştirmeyi amaçlayan enstitüler, nüfusun % 80’inin köylerde yaşadığı bu dönemde ülkeye adeta “ilaç” olmuştur.
Bu idealist öğretmenler her alanda bilgiye doyurularak eğitiliyordu. Enstitülü öğretmenler, sağlık, müzik, idare, ziraat, matematik, fen, dilbilgisi, tarih ve yurttaşlık bilgisi, kültür, teknik, fizik gibi birçok alanda yoğun bir eğitim alarak zengin bir donanıma sahip oluyordu.
Köy Enstitülerinin kurulmasında ve geliştirilmesinde Atatürk, İnönü ve H. Âli Yücel’le birlikte dönemin ünlü pedagogu Halil Fikret Kanad da büyük çabalar sarf etmişti. Hazırlıkları 1935'te başlatılıp 1937'de denemesine girişilen enstitüler, 1940'da yasal bir zemine oturtulabilmişti. Yani birdenbire akla gelen bir şey değil, uzun vadeli bir eğitim projesiydi. 17-29 Temmuz 1939 Birinci Maarif (Eğitim) Şûrası'nda ele alınan bu konu her yönüyle tartışılmaya açılmıştı. Ancak köylünün eğitiminde yalnızca köylüye okuma-yazma öğreten bir öğretmenin yeterli olmayacağı, köy öğretmeni yetiştirecek kurumların çok yönlü eleman yetiştirmesi gerektiğine karar verilerek, yeni açılacak kurumlara “Köy Enstitüsü” adının verilmesi uygun bulunmuştu…
Köyler kalkınmaya başlamıştı… Başlamıştı ki, Köy Enstitüleri kapatıldı. Maalesef kapatılışında birtakım siyasi kaygılarla kurucular arasında emeği geçenler de oldu: Halil Fikret Kanad. Köy Enstitüleri’ne karşı muhalif siyasi grupların karşısında “siyasi açıdan” hüsrana uğramamak adına, enstitülerin kapanmasını istedi.
Ne de olsa politika ülkemizde eğitime göre her zaman daha öncelikliydi. Köy Enstitüleri kapatılmamış olsaydı, ülkemizin yalnız eğitim düzeyi değil, sosyo-kültürel ve ekonomik düzeyi de son derece ilerlemiş olacaktı.
Köy Enstitüleri kalkınmanın en sağlam yoluydu.
Tam öğrenecektik…
Enstitüler kapandı!