Menü
ESPIYE WEATHER
Mehmet Kaplan’ın “Kültür ve Dil” (2004, S. 42) adlı eserinde çok önemli bir tespit yer almaktadır: “Türkçenin en eski kelimeleri uzak köylerde yaşamaktadır. Türk kültürünü tanımak için onları da kullanıldıkları cümleyle beraber derlemeye ihtiyaç vardır.”
Kültür-Dil ilişkisi tarihin anlaşılmasında, analizinde ve aktarılmasında birinci dereceden önem arz eden bir husustur. Bir topluluğun en eski çağlarından itibaren tarih ve kültür sahasındaki yerini tespit edebilmek için o topluluğun dilini, dil evrimini iyice araştırmak, anlamak gerekir. Türk dünyasının bir ucundan diğer ucuna kadar bin yıllık sözcüklerin hâlâ yaşıyor olması, ortak bir kültürün sonucudur. Dil ve kültür birliği ile, soy birliği ile açıklanabilir bir durumdur. 
Bugün Giresun yöresinin en ücra köylerinde henüz unutulmamış olan Türkçenin en eski sözcüklerine, deyimlerine, atasözlerine rastlamak pekâlâ mümkündür. Bu sözcükleri 2000’li yılların başlarından itibaren derlemeye başladım. Büyük bir kısmını 2007’de çıkan “Bir Çepni Köyü Tarihi ve Kültürü” adlı kitabımda yayınladım. Bir kısmına 2011’de çıkan “Çepniler” adlı kitabımda, bir kısmına ise çeşitli köşe yazılarımda ve akademik makalelerimde yer verdim. Halen devam ediyorum sözcük derlemeye… Karşıma o kadar güzel, o kadar eski sözcükler çıkıyor ki büyük bir heyecanla hemen kayda alıyorum. Sözcükler arasında bağlantı kurmak, basılı eserlerle ve çeşitli taramalarla bunları karşılaştırmak, sağlamasını yaparak doğrulamak tıpkı sudoku bulmaca gibi keyifli geliyor. Bir yandan da bunların unutulmamasını sağlamanın verdiği sevinç var elbette…
Espiye kırsalında kullanılan, unutulmaya yüz tutmuş bir ifadenin Divan-ı Lügati’t-Türk’te karşılık bulduğunu görmek dil-kültür ilişkisini açıkça ortaya koymaya yetiyor. Çağlar eskiyor, sosyoekonomik koşullar değişiyor ama söz varlığımızdan küçük bir damla, kayalıkların arasından bir yol bulup, süzülüp iniyor karşımıza: Espiye kırsalında “yel bağlatmak” ifadesi, bilekteki ağrıyı gidermek için, bir ipin okunarak düğümlenmesi ve bugün kullanılan “bileklik” gibi, bileğe takılmasını kast etmektedir. Divan-ı Lügati’t-Türk’te de (2005: s. 682) “yelü: tayları bağlamak için kullanılan ip”; “yel: cin” şeklinde karşımıza çıkmaktadır. At “yele”sinin bu çerçevede bir yeri var mıdır, onu bilmiyorum…
Aynı havzada kullanılan bir başka ifade ise “selcük gibi gezmek” şeklindedir. Bunu ilk duyduğumda aklıma ilk gelen Selçuk Bey (Selçuklu imp.) olmuştu. Ancak yanıldığımı düşündüm. Dahasını araştırınca –tabi bu ifadenin kökenini bugün kullanmakta olanlar da bilmiyorlar- geçmiş dönemlerde köylerde bir iş için toplanacak paraya“salma/salgun” denildiği bilgisine ulaştım: “Salgun/ salma salmak” ifadesi bu organizasyon için kullanılmaktaydı. “Salma” ya da “salgun”u toplamakla görevli kişilere “salcuk/salcu” (salacak=salınacak) denilmekteydi. (Bu ilişki yöremizde, değirmenlerin oluğunda bulunan ve suyu kesmeye yarayan “savacak” sözcüğünde de karşımıza çıkıyor.) “Salcuk” sözcüğü zamanla “selcük” şeklinde söylenme başlanmıştı.
Üzerinde durulması gereken, yöremizde (ve bazı yörelerde) kullanılan bir başka sözcük ise “soğumsuz”dur. Giresun kırsalında bu sözcük genellikle, pişen yemeğin soğumasını beklemeden kaşık sokmak isteyenler için kullanılır. Yan anlam olarak da; bir olayın sonucunu beklemeden hareket eden veya gereksiz ölçüde aceleci davrananlar için kullanılmaktadır. Bazı yörelerde “aç gözlü, tamahkâr, pisboğaz” olarak da kullanıldığı görülmektedir.
Yukarıdaki sözcükler gibi binlerce eski sözcüğün kaybolup gitmemesi, derlenerek kaydedilmesi gerekmektedir. Hatta gündelik yaşamda kullanımlarının yaygınlaştırılması yönünde çalışmaların yapılması gerekir. Böylece Türkçenin köklü söz varlığının gücü ve kültürümüzün köklerinin ne denli derinde olduğu daha iyi anlaşılacaktır. (MEVLÜT KAYA)