Menü
ESPIYE WEATHER
Kelek sözcüğü, TDK Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü’nde “Hayvanların boyunlarına takılan büyük çan, çıngırak.” şeklinde geçmekte ise de Giresun yöresinde çan, zil ve kelek farklı nesneler için kullanılır. 
Kelek, Giresun yöresindeki anlamıyla; büyükbaş veya küçükbaş hayvanların boynuna takılan, demirden üretilen bir çeşit ilkel bir alarm sistemidir. Hayvanların otlama sürecinde kaybolmasını önlemek içindir; hayvan yürüdükçe sürekli surette ses çıkararak hayvanın yerini belli eder. Özellikle yörenin bitki örtüsü, engebeli yapısı ve iklim özelliklerinden dolayı (=sis) hayvanları uzaktan görmek zor olacağından, kaybolduklarında kelekler sayesinde kolayca bulabilmek mümkündür. Keleğin küçüğü, orta ve büyük boyu mevcuttur. Geriye doğru yassı, ağız kısmına gidildikçe oval bir görünümü vardır; içinde küçük, kalın bir çivi veya bir metal bulunur. Hayvan yürüdükçe keleğin kenarlarına dokunan bu kısım, uzaklardan duyulabilecek bir sesin çıkmasını sağlar. Keleğin yanı sıra, zil denilen ancak sarı (=pirinç)’dan yapılan küçük çanlar da kullanılmaktadır. Bunların sesi kelek gibi tok değildir; tizdir ve genelde kelek kadar tercih edilmez. Daha eskilerde ise yaylacılar büyükbaş hayvanların boynuna “gor/kor” denilen büyük çanlardan takarlardı.
Çok ses çıkaran ve çobanı rahatsız eden keleklerin, zil veya çanların iç kısımlarına ot tıkanarak sesin istenildiği sürece kesilmesi sağlanır. Bu durumun nedeni bazen de sürünün nerede otlatıldığının başkaları tarafından anlaşılmaması içindir. Daha kısası; “kaçak yaylım”dır.
Divan-ı Lügati’t-Türk’te doğrudan “kelek” sözcüğüne rastlanmıyor. “Çan” yerine ise “kangragu / kangrak” sözcükleri karşımıza çıkıyor. Belki de “kelek” sözcüğü ile aralarında etimolojik bir ilişki söz konusu olabilir, ancak bunu dil uzmanlarının açıklaması daha doğru olur.
Yörede içi boş, ses çıkaran şeyler için genelde “kelek” ifadesi kullanılagelmiştir: “Kelek kavun, kelek karpuz”; kelekteki “boşluk” anlamına bağlı olarak bu sözcüğün hakaret, şaka gibi mecazi kullanımları da mevcuttur: “Ne haber kelek!”, “keleğin teki!”, “keleklerle işim olmaz!”, “kelek adam” (=boş adam), “kelek atmak / kelek yapmak”: Birini kandırmak. “Felek; kimine kavun yedirir kimine kelek!”: Dünyada herkesin şansı aynı değildir, anlamındadır.
Hayvanların boynuna takılan kelekten başka bir de “hartama keleği” vardır. Hartama, ince kıyılmış çam tahtasının adı olup eski yayla evlerinin yapımında kullanılmaktaydı. Hartama keleği ise çocukların yaylalarda, bir parça hartamaya ip bağlayarak yaptıkları oyuncaktır. Ucuna ip bağlanmış bir karış kadar hartama parçası kol gücüyle hızlı bir şekilde döndürüldüğünde, rüzgar uğultusunu andıran bir ses çıkarır. Çocuklar, bunu oyun haline getirmişlerdir. Büyükler ise bundan hareketle, beğenmedikleri ya da işlevini yitirmiş, küçülmüş aletler için –ya da zayıf, çelimsiz kimseler için- “hartama keleği gibi”, deyimini kullanmaktadırlar.
Hayvanların boynuna takılan kelekler, bugün de yöremizde hâlâ çarşıda-pazarda, sezonluk yayla pazarlarında alınıp satılmaktadır. Hayvancılıkla ilgili eşya, araç-gereçleri satan kimseler çevresinde tanınmış satıcılardır. Bunlar; kelek, çan, zil, çeşitli ip ve urganlar, süslü hayvan aksesuarları, eşek, katır ve at semerleri, heybeler, yularlar, vb. ticari ürünleri pazarlamaktadır.
Yöremizde hayvancılığın en eski sembollerinden olan “kelek” zanaatı, modern çağın getirdiği değişimlere karşı direnmektedir. Alternatifi henüz olmayan, doğrudan doğruya çayır/yayla hayvancılığının ihtiyaç duyduğu keleklerin kullanılmadığı tek hayvancılık sahası mandıralardır. Klasik hayvancılıkla kaynaşmış olan bu kültürel miras unsurunun da muhakkak unutulmaması gerekiyor. Çünkü “keleklerde, çanlarda, zillerde ve gor/korlarda” geniş, köklü bir tarih yatmaktadır, ancak konuyu buraya sığdırmak mümkün değildir. Lütfen Yalçın Korkmaz’ın “Çocukluğumda Yayla Göçleri” adlı eserini okuyalım…