Onuncu yüzyılda halen hayvancılıkla meşgul olan konar-göçer Türk toplulukları, şehir yaşamının düzeninden geride kalmaktaydı. Onların daimi meskeni yoktu. Göçerler arasında ozanların büyük nüfuzu vardı. Onlar oymak oymak gezerek, halk kahramanlarının adına destanlar düzerler ve onu tebliğ ederlerdi. Ozanlar aynı zamanda halk arasında barışı sağlayan bilge kişiler sayılmaktaydılar. 10.-11. yüzyılların yadigârı olan Dede Korkut destanlarını da bu ozanlar yaratmıştı. Dede Korkut destanları, Azerbaycan edebiyatı tarihinde sözlü halk yaratıcılığının, ana dilinde kaleme alınmış şimdilik en büyük ilk edebi abidesidir. Bu destanlarda esasen Oğuzlar’ın yaşayışı tasvir olunmaktadır. Bunlarda, Azerbaycan arazisinde cereyan eden olaylar geçmekte(=Göyçe Gölü, Elince Kalesi, Şerur, Berde, Gence, Derbend) olup, dil bakımından Azerbaycan diline daha yakınlık görülmektedir.
Anadolu’nun tüm yörelerinde hâkim olan konar-göçer kültürü, şehirleşmenin başlaması ve pazar faaliyetlerinin artmasıyla yavaş yavaş terk edilerek, yerini her mevsim sürecek olan meskûn köy hayatına bırakmıştı. Bu köklü gelenek hala devam etmektedir. Hayvancılığın bir gerekliliği olan yaylak-kışlak unsuru, sulak ve bol otlakları olan arazileri gerektiriyordu. Bu durum, Türkçe yer adlarından ve Türkmen yerleşim birimlerinden de anlaşılabiliyor.
Türkmen göçlerinin artmaya başladığı dönemlerde, Anadolu yörelerinin sosyo-ekonomik yaşantısında bazı değişimler olmuştu. Ziraat ve ticarete dayalı olan Anadolu ekonomisi, Türkmenlerin getirdiği hayvancılık meşgalesiyle daha da canlanmıştı. Sonraki dönemlerde ise hayvan ürünleri, önemli gelir kaynakları haline gelmiş, yerli halkın tüketiminde değişiklikler görülmüştü. Bu bilgiyi teyit eden bazı tarihi kaynaklarda, “Türkmenlerin vardıkları her yerde etin ucuzladığı” bilgisi veriliyor.
Çepnilerin yurt tuttuğu Espiye yöresi de bu yerlerden biriydi… 1583 yılına ait veriler, Espiye’de halkın küçük ekim alanlarında tarımla ve bunun dışında yoğun bir hayvancılık faaliyetiyle meşgul olduğunu gösteriyor. Yine bu tarihlerde, bağcılıkla alakalı olan şıra vergisi uygulanmaya başlanmıştı. 1554’te Türk akınlarıyla Espiye’de gayrimüslimlerin nüfusunda önemli bir gerçekleşiyordu. Bu düşüşün etkisiyle boşalmış olan tarım arazilerini yörenin güçlü kişileri ellerine geçiriyordu. Bunların arasında Türkler olduğu gibi şehri terk etmeyen nüfuzlu gayrimüslimler de vardı. “Kosta” adlı bir Hıristiyan da bu boşalan arazileri sahiplenenler arasındaydı. Fakat bazı kaynaklarda rastladığımız “bu dönemde Espiye ve Anduz’da yerleşik gayrimüslim nüfusun bulunmadığı” bilgisi dikkate alındığında, bu şahsın Tirebolu’da oturduğu ve Espiye’deki boş arazileri kira ödeyerek işlettiği görüşü kesinlik kazanıyor.
16. yüzyıl sonlarında Espiye köyünde iskelenin mevcut olduğu görülmektedir. 1554 tarihli kayıtlarda Hacı b. Veli adlı şahsın mülkü olduğu belirtilen Alahnas iskelesinden bahsedilmesi, buranın Espiye ile olan ilgisini göstermektedir. Gelevera yakınında bulunan bu iskeleye sandal ve melekse adı verilen kayıkların yaklaştığı ve mal nakliyatından belli bir miktar vergi alındığı, 1583 tarihli kayıtlarda geçiyordu. 1000 akçalık bir hacme sahip olan bu vergi birimi Tirebolu iskelesi gümrüğüne bağlı bulunuyordu.
1673’e ait bir belgede, Keşap-Zefre kıyı şeridindeki iskelelere getirilen mallardan, gümrük vergisinin haricinde, gemi ve sandal bahası denilen vergilerin istenmesine karşılık, gemi sahiplerinin türlü yollara başvurarak, farklı iskelelere yanaştıklarından dolayı şikâyet olundukları görülmektedir. Espiye iskelesi bu tür yanaşmalara da maruz kalmıştı. 1772 yılında Espiye iskelesine gelen 1218 külçe bakır, eşkıya tarafından ele geçirilerek başka yakın iskelelere götürülmüştü.
1682 yılına ait bir avarız defterinde Espiye’nin 15 hanesi olduğu tespit ediliyor.Ahaliden bazılarının daha önce kazanmış olduğu hizmet kaynaklı vergi muafiyeti statüsü devam ediyordu. Bu hakların daimi olması da Espiye’nin konumu, madenleri ve yol güvenliğinin sağlanması ile yakından ilgiliydi.(Devamı edecek)