Menü
ESPIYE WEATHER
Giresun denince akla gelen ilk şey fındıktır. 
Yeşilliğinde, ormanlar kadar fındık bahçelerinin de payı büyüktür.
Fındık ise bahçe tesisi ve bakımından harman vaktine, Eylül sonundan Mart başına kadarki satış sürecine kadar yöre insanının yoğun olarak meşgul olduğu bir geçim kaynağıdır. 
Yerde kar olmadığı tüm zamanlarda, yılın her ayında fındık bahçelerinde çalışılmaktadır.
Fındık uğraşı, yörede bir yaşam biçimi halini almıştır.
Yöre türkülerinde, söz varlığında, yörede zaman tanımlamalarında bunu görmek mümkündür: “Fındık kadar”, “fındık ağası”, “fındık kurdu gibi”, “fındık sonu veresiye”, “fındıktan önce/sonra”, vs.
Karın zamansız yağarak dona neden olması; aşırı soğukların fındıkları yakması yörede ciddi bir umutsuzluk doğurur. Fındık umuttur yöremizde…

Sözlü bir senet sayılır; “fındık sonu veresiye” ifadesi. Bu sözle düğün yapılır, erzak alınır, önemli işlere başlanır…
Buraya kadar zikrettiğimiz yöre gerçeklerine dayalı olarak, bugün olduğu gibi geçmişte, 1935’te de fındık bahçelerinin korunması yönündeki sorunların aynı olduğu görülmektedir. Ekonomik meşgale değişmeyince sorunların asır geçse de tekrar etmesi tesadüf değildir…
1935 yılında Giresun’un mahalli basınında önemli bir yer tutan Akgün gazetesinde konuya dair ilginç bir yazı bulunmaktadır. “Büyük İşlerden” başlıklı söz konusu yazıyı aşağıda aktarıyorum:
“Büyük İşlerden
Hayvanlar Fındık Bahçelerini harap ediyor
Hayvanlar Fındık ocaklarının dibinden süren fışkınları kökünden kazıyor… Zaten yaradılışında küçük boylu olan fındık dallarının yarısından aşağıdaki dalcıklarını kemiriyor.Bu suretle yirmi kantar fındık verebilecek bir bahçenin verimi 12 – 15 kantara düşüyor ve ihtiyarlayan fındık dallarının yerine genç, gürbüz, yeni dallar yetiştirilemiyor. Bahçelerin diplerinin temizlenmesi işi; hemen de hayvanların insafsız, ölçüsüz dişlerine terk ediliyor. 4 – 5 Yılda bir, bahçeyi ayıklamak için içine giren imarcı, ocak diplerinde kesilecek sürgün, dalların, hayvanın yetişeceği yüksekliklerde budayacak dalcık bulamıyor. Bunun yerine fışkınsız, sürgünsüzçısçıplak birkaç ihtiyar dal bulabiliyor. Bu yüzden yüzbinlerce liramız kaybolup gidiyor. Hayvanların Fındık bahçelerine yaptıkları bu zararı bilmeyen ve itiraf etmeyen yoktur. Böyle olduğu hâlde bu yüz binlerle zarara mal olan halin önüne geçilememiştir.

Bahçe sınırlarının yapılmasıyla bunun önüne geçilememiştir. Hatta bu gün muhafaza altına alınmamış fındık bahçesi yoktur. Böyle olduğu halde, bütün bir yıl gözlerimizi dallarının ucuna diktiğimiz bu bahçeleri hayvanların taarruzundan kurtarmak mümkün olmuyor. Bazı hayvanlar hendek duvar, fıraktı bile dinlemiyor. Türk diyarının her yerinde hayvanları başıboş bırakmak yasaktır. Herkes hayvanını güttürmeye mecburdur. Burada da hayvan sahiplerinin hayvanlarını başıboş bırakmamaları ve aksi takdirde şiddetle cezalandırılmaları lâzımdır. Bir kimse kendi hayvanını kendi bahçesine salıverse bile...”(Akgün, 16 İlkteşrin 1935).
Fındık bahçelerine hayvanların zarar vermesi geçmişte de bugün de tam manasıyla önlenemez bir durumdur. Her ne kadar inek, keçi ve koyun gibi hayvanlardan, bahçelerin kenarları korunaklı hale getirilebilse de yabani hayvanlar için bu durum pek bir şey ifade etmemektedir. Yöre insanının “umudu” olan fındık mahsulünü her türlü zarardan korumak adına çaba sarf etmesi son derece normaldi. Fındıkla gülen, fındıkla ağlayan yöre insanı, zaman zaman sürü sahipleriyle bile karşı karşıya gelerek bahçesine zarar gelmesine karşı koymak istemiştir…
Yazımı bitirirken, sözü fındığın yörenin gönlündeki, belleğindeki sesine bırakıyorum:
“Fındık attım harmana
Hep karıştı samana
Senin ile ikimiz 
Kaldık ahir zamana”
(Giresun/Görele, Ömer Akpınar-Mustafa Tahmaz).    Mevlüt KAYA